Dijital çağın en büyük sorusu artık 'Teknoloji nereye gidiyor?' değil; 'Biz teknoloji devlerinin kurduğu bu yeni düzende hangi rolü oynuyoruz?' İnternete ilk giriş yaptığımız o özgür, açık, umut dolu dönem çok geride kaldı. Bugün teknoloji devleri yalnızca büyük şirketler değil; kendi ekonomilerini, kendi toplumsal düzenlerini ve hatta kendi kurallarını yaratan yapılar. Son yıllarda akademide ve dijital politikada giderek daha sık duyduğumuz 'tekno-feodalizm' tartışması da tam olarak buradan besleniyor.
Kavramı öne süren ekonomistler ve teknoloji düşünürleri, özellikle şunu vurguluyor: Artık üretimden değil, altyapıdan ve veriden doğan bir egemenlik var.
Peki 'tekno-feodalizm' neyin işareti?
Bu kavram, teknoloji devlerinin gücünü açıklarken sadece büyüklüğe değil, kurdukları bağımlılık modeline bakıyor.
Bir zamanlar internet, 'bağlan, keşfet, özgürleş' mottosuyla anlatılırdı. Oysa bugün Amazon'un lojistik zincirinden Google'ın bilgi akışına, Meta'nın sosyal sermaye düzenine kadar her şey, kullanıcıların bir platformdan çıkmasını neredeyse imkânsız kılan kapalı bir ekosisteme dönüşmüş durumda. Araştırmalar da benzer bir noktaya işaret ediyor: güç artık ürün satmaktan değil, ekosistemin kapılarına sahip olmaktan geliyor. Erişim onlarda, görünürlük onlarda, veri onlarda, davranışsal yönlendirme yine onlarda.
Feodal benzetme tam da bu yüzden çalışıyor: toprağın yerini altyapı aldı, serflerin yerini kullanıcılar ve üreticiler.
Bu bir tekel tartışması mı, yoksa yeni bir ekonomik rejimin anatomisi mi?
Klasik tekel tanımları bu devleri açıklamakta yetersiz kalıyor. Çünkü mesele artık pazar payı değil; altyapıyı tasarlama gücü, veri mülkiyeti ve davranışın kendisini şekillendirme kapasitesi. Bugün tartışılan şey şu:
Bu şirketler hâlâ piyasanın oyuncuları mı, yoksa piyasanın kendisini belirleyen düzen kurucular mı? Güncel analizler, teknoloji devlerinin yalnızca rekabete aykırı davranmakla kalmadığını; aynı zamanda ekonominin 'nerede, nasıl işlediğini' belirleyen görünmez bir yönetim gücüne sahip olduğunu gösteriyor. Bu da tartışmayı antitröstten çıkarıp siyasi iktidar, altyapı egemenliği ve dijital vatandaşlık alanlarına taşıyor.
Peki biz neredeyiz?
Günlük hayatımızın neredeyse her adımı bu ekosistemlerin içinde. Aradığımız bilgiye hangi pencereden bakacağımıza, hangi içerikleri göreceğimize, hangi dijital hizmetlere erişeceğimize kadar pek çok şey, platformların sessizce yazdığı kurallara bağlı. Kullanıcı olarak 'seçimimiz' varmış gibi görünse de o seçimin sınırlarını çizen biz değiliz. İşte bu yüzden tekno-feodalizm tartışması sadece ekonomi değil; toplumsal yönetişim meselesi. Çünkü bugün dijital kamusal alanın kural koyucuları, seçilmiş kurumlar değil; platform sahipleri.
Gelecek bize mi ait, yoksa altyapıyı kontrol edenlere mi?
Bu soruya verilen yanıt artık sadece 'regülasyon gerekir' değil. Güncel politika tartışmaları, dijital altyapıların nasıl yönetileceğine, verinin kime ait olacağına ve platform bağımlılığının nasıl kırılacağına odaklanıyor.
Yani mesele yalnızca şirketlerin büyüklüğü değil; dijital çağın yeni güç mimarisinin demokrasiyle uyumlu olup olmadığı. Belki de ilk kez, teknolojik devrimin kendisi değil, teknolojinin kim tarafından yönetildiği geleceğimizi belirleyecek.
